3 Mart 2012

Rakı Şişesindeki Balatalar

      Geçen yaz Kumbağ'daydık. Dört kişi. Deniz, güneş, insanlar olabildiğince güzel. Zaten mevsimin en güzel günlerinden birinde gitmiştik. Ben işten izin almıştım. Kumbağ küçük bir yer. Umutlarım ve hayallerim kadar küçük. Ama hayalleri benden daha küçük birisi vardı o gün.

      Akşam üstü deniz biraz daha hareketlendi. Biz de oradaki kafeteryalardan birinde okey oynuyoruz. İnsanlar yavaş yavaş evlerine dönüyorlar. Etrafta içi yenmiş karpuz kabukları, bira şişeleri ve daha bir sürü artık var. Plaj sanki bir savaş alanı. Tatlı tatlı esen rüzgarı ise hiç anlatmayayım. Koskoca plajda sadece bir adam vardı. Elinde bir poşet diğer elinde taburesi ile şemsiyelerden birinin altına oturdu. Poşetten rakısını ve tam kestiremediğim bir kaç meze çıkardı. Güneş batarken hafiften demlenmeye başlamıştı bile.

      Freni boşalmış araba gibi çarpıyordu duvarlara. Olduğum yerden düşüncelerini okuyabiliyordum. Belki bir yerlerde çocuklarını bıraktı, belki karısı ölmüştür, belki de sadece içmek için içiyordur. Bazen elini havaya kaldırıp bir şeylere sitem ediyordu... Vücudu buruşmuş, koca da bir göbeği var. içimden "kesin memurdu ya da ilk okulda öğretmen sorduğumuzda "serbest meslek" dediğimiz işlerden birisini yapıyordu, bir nevi esnaf işte.

     "Hadi oğlum oynasana" dedi arkadaşlardan birisi. Elimde güzel de per var hani. İstesem çoktan biterdim. Bitmedim. Bazı anlar kazanmak elimizde olsa bile yenilmeyi seçmeliyiz. Yokuş aşağı giderken abandığımız frenin boş olduğunu fark ettiğimiz anda ilk virajda uçuruma kırmak gibi direksiyonu. Bazı adamlar uçurumları sever, şemsiyenin altındaki rakı şişesinde duran uçurumları. Dişlerinin arasında yok olan peynir parçaları gibi olan uçurumları.

     Adam gün batana kadar içti. Şişeyi boşalttığında ilk virajı çoktan dönmüştü bile.

Can Sıkıntısı Başa Bela Şey

    Can sıkıntısı başa bela şey. O kadar çok daralırsın ki bir yerden sonra bakmışsın darala darala için içine geçmiştir. Ters düz olmuşsundur. Yaz seferlerini bekleyen turist gemileri de limanlarda sıkılıyor mudur? Bayrakları rüzgarla beraber sallanır mı? Bunların cevabını bulamam belki ama bir adam sıkıntıdan kendi içine girebilir.

     Tik, tak, tik, tak... "-Hamzaaa! sepete iki paket sigara koysana lan. Baban seni ne diye o siktiğim bakkala bırakıyor?" Hamza bakkalın oğlu, aynı zamanda çırak da. Babası akşam üstü kahveye batak atmaya giderken bakkalda durur, bazen gelen komşu kızlarının memelerine dokunabilmek için gazoz ısmarlardı. Hani biraz göttü ama 12 yaşında bir çocuk ne kadar göt oluyorsa o kadar göt işte. Camdan seslenen; Ayhan amca. Bir ayağı çukurda meletin. Ölmedi gitti... Hiç mi seveni olmaz bir insanın? uçları sararmış bıyıklar, beyaz kıvırcık sakalları var suratında. Devletin verdiği üç beş kuruş emeklilik olmasa evde oracıkta açlıntan ölecek. Dışarı çıktığı görülmemiştir hiç. Yürüyebildiğine inanmayanlar bile var.

      Bütün evler pimapen yapıldı 95'ten sonra. Ayhan amcanın sikinde değil tabi. O boğazında geçen iki lokma peynirle sigarasına bakar. Kışın da zaten yorganın altından çıkmaz. Bazen camdan dışarıyı izler, top oynayan çocukalara bağırır. Bunları da size niye anlatıyorsam. Zaten her mahallede vardır dimi bu amcalardan. Adı batasıcalar.

     Bir gün Ayhan amcanın ağzında uzun maltepesi ile çıkardılar kapıdan. Devlet baba evinden çıkarmış, huzur evine yerleştirecekmiş. Söylentilere göre o kadar sıkılmış ki aklı yüreğine geçmiş. Düşünemiyormuş yani. Düşündükleri de yalan yanlış. Tek bildiği günde iki paket sigara içerek Hamza'ya küfür etmek. Can sıkıntısı başa bela şey. Adamın içini içine geçirir...

Üçgenin İç Açıları

  Duygusal konularda olabildiğine şanssız bir adamdı Emre. Çizgisiz son topun deliğe giremediği ve oradan oyunun kaybedildiği gibisinden şansız. Mars ediyorum derken kırılan taşınla verdiğin oyun gibi. İyi yaptığı bir şey varsa o da hesap kitap işleridir. Ben daha x ve y nin hangi adam ve kadını temsil ettiğini çözememişken Emre üçgenin iç açılarından o gün yiyeceği yemeğin saatlerini hesaplıyordu. Beyin bazen bu kadar gereksiz bir şey işte. Parası vardı hatta tabiri caizse bok gibi ama diğer konularda olabildiğince şanssızdı işte. Az sıskaydı, köprülü burnu ve gözlüğün iz yaptığı çukurları vardı suratında. Babasının hastalandığı haberini otobüste dönerken aldım. Babası ondan daha sıskaydı. Aptal komedi dizilerinde sidik yarışı yapan adamlar gibiydi ailesi. Herkes olabildiğince zayıftı. Biri “Ulan bok gibi paranız var ama yedikleriniz yaramayacak size” demiş gibi. Ne olursa olsun duyguların parayla ölçülemediğini anlamam Emre’nin babasının hastalanmasından sonra oldu.

     Kimilerine göre sehpanın üzerinde duran küllüğün bir anlamı yoktur. Hele de babanız hasta yatıyorsa. Sigara ya biterken parmaklarınızı yakacaktır ya da gözlerinize kaçan duman sizi sakladığı için sevineceksinizdir. Ama içten içe. Hoş olan halıya olur. Olabildiğince kül, olabildiğince delik deşik. Tıpkı Emre’nin o zamanlar ki yüreği gibi. Pusmuş bir duvar dibine. Ev alabildiğince serum kokusuyla kaplı. Tümör varmış. Bir insanın kafasında nasıl tümor olur ki lan? Hem de hayatının bütün dönemi en düzgün şekilde giderken. Otobüsü bekliyorsanız gelmesi için sadece bir sigara yakmalısınız. Sanırım Emre’nin babası o sigarayı biraz erken yakmıştı. Ya da o sigaranın yakılması gerekiyordu. İyi huylu diyorlar sanki hastalığın iyisi kötüsü oluyor ya. Gel de bunu Emre’ye anlat.

     O sahnede iyi durabilmek için şekilden şekile girer oyuncu. O diyaloğu söylemesi için en iyi zamanı kollaması gerekmektedir. Bazen de bütün metinler yalan olur işte o zaman doğaçlama yapmak gerekir. Tam da bu konuda Emre berbat bir adamdı. Zaten matematik, hesap, kitap kafası olan bir adamın doğaçlama yapması da beklenemezdi. Bu sebeptendir ki Emre o gün hep ağladı. Salya sümük, hüngür hüngür olmasa da ağladı işte. Belki bir kaç yaş görebildik gözlerinde belki boğazındaki yumruyu.

     Üç aya kalmadan babası öldü. Hasta yatağındayken ağlayan o adam, öldüğünde bile üzülmedi hiç. O zaman anladım ki duygular paranın yanında bir de zamanla da ölçülemiyormuş. Daha yirmibir’ine gelmeden pi sayısının çaresizlikten terleyen elleri soğutabildiğini keşfetti sanırsam.

    O zaman anladım bazılar için hayat matematikten ibarettir. Biz yorumlamaya çalışrken onlar kesin sonuçlara varıp, kesip atabiliyolardı. Eminim öğretmen kimi geçireceğine de böyle kara veriyordur. Vay halimize… Biz çoktan kalmışız arkadaş…