3 Mart 2012

Üçgenin İç Açıları

  Duygusal konularda olabildiğine şanssız bir adamdı Emre. Çizgisiz son topun deliğe giremediği ve oradan oyunun kaybedildiği gibisinden şansız. Mars ediyorum derken kırılan taşınla verdiğin oyun gibi. İyi yaptığı bir şey varsa o da hesap kitap işleridir. Ben daha x ve y nin hangi adam ve kadını temsil ettiğini çözememişken Emre üçgenin iç açılarından o gün yiyeceği yemeğin saatlerini hesaplıyordu. Beyin bazen bu kadar gereksiz bir şey işte. Parası vardı hatta tabiri caizse bok gibi ama diğer konularda olabildiğince şanssızdı işte. Az sıskaydı, köprülü burnu ve gözlüğün iz yaptığı çukurları vardı suratında. Babasının hastalandığı haberini otobüste dönerken aldım. Babası ondan daha sıskaydı. Aptal komedi dizilerinde sidik yarışı yapan adamlar gibiydi ailesi. Herkes olabildiğince zayıftı. Biri “Ulan bok gibi paranız var ama yedikleriniz yaramayacak size” demiş gibi. Ne olursa olsun duyguların parayla ölçülemediğini anlamam Emre’nin babasının hastalanmasından sonra oldu.

     Kimilerine göre sehpanın üzerinde duran küllüğün bir anlamı yoktur. Hele de babanız hasta yatıyorsa. Sigara ya biterken parmaklarınızı yakacaktır ya da gözlerinize kaçan duman sizi sakladığı için sevineceksinizdir. Ama içten içe. Hoş olan halıya olur. Olabildiğince kül, olabildiğince delik deşik. Tıpkı Emre’nin o zamanlar ki yüreği gibi. Pusmuş bir duvar dibine. Ev alabildiğince serum kokusuyla kaplı. Tümör varmış. Bir insanın kafasında nasıl tümor olur ki lan? Hem de hayatının bütün dönemi en düzgün şekilde giderken. Otobüsü bekliyorsanız gelmesi için sadece bir sigara yakmalısınız. Sanırım Emre’nin babası o sigarayı biraz erken yakmıştı. Ya da o sigaranın yakılması gerekiyordu. İyi huylu diyorlar sanki hastalığın iyisi kötüsü oluyor ya. Gel de bunu Emre’ye anlat.

     O sahnede iyi durabilmek için şekilden şekile girer oyuncu. O diyaloğu söylemesi için en iyi zamanı kollaması gerekmektedir. Bazen de bütün metinler yalan olur işte o zaman doğaçlama yapmak gerekir. Tam da bu konuda Emre berbat bir adamdı. Zaten matematik, hesap, kitap kafası olan bir adamın doğaçlama yapması da beklenemezdi. Bu sebeptendir ki Emre o gün hep ağladı. Salya sümük, hüngür hüngür olmasa da ağladı işte. Belki bir kaç yaş görebildik gözlerinde belki boğazındaki yumruyu.

     Üç aya kalmadan babası öldü. Hasta yatağındayken ağlayan o adam, öldüğünde bile üzülmedi hiç. O zaman anladım ki duygular paranın yanında bir de zamanla da ölçülemiyormuş. Daha yirmibir’ine gelmeden pi sayısının çaresizlikten terleyen elleri soğutabildiğini keşfetti sanırsam.

    O zaman anladım bazılar için hayat matematikten ibarettir. Biz yorumlamaya çalışrken onlar kesin sonuçlara varıp, kesip atabiliyolardı. Eminim öğretmen kimi geçireceğine de böyle kara veriyordur. Vay halimize… Biz çoktan kalmışız arkadaş…

0 yorum:

Yorum Gönder